“Sınır” kelimesi Avrupa Krallıklarından başlayarak bilhassa Avrupa’da ulus-devletler sürecinde yaratılmış bir mefhumdur. Bu kelimenin anlamının daha “ilk birikim” modelinden başlayan eski bir tarihi de vardır: Çevrelemek ve sınırlamak. Ortaçağdan beri coğrafi sınırların doğal oluşumu olarak sınır oluşturma hareketi enlemler ve boylamlar hakkındaydı. Modern zamanlarda sınırlar her yerde siyasi ve keyfi bir şekilde çizildi. Bu dönem zarfında dünya tarihi, sadece yeni sınırların oluşturulmasını göstermedi; kadim imparatorlukların eski sınırlarından 20.yüzyıla kadar yaşanmış gerçek en trajik olayları nüfus mübadelesiyle birleştirdi. Aileler bölünüp, ayrı sınırlarda kaldılar. Ve bugün, mülteci dünyası bu sınırları aşmakla meşgul; çünkü yaşam imkanları ellerinden alınmakta. Barınma, yeme içme ve ailesiyle birlikte zaman geçirme, eğitim ve öğretim yoksunluğu ile yer değiştirmeler çağına geldik.
İnsanları bölgelere ayırmak ve çevrelemek bir çeşit nüfus sayımı ve nüfusun yönetimidir. Bölgelere ayırma, ulusun kurmaca bir yaratımın kolektif ve bireysel yeni sınırlarını oluşturmak için yapılan bir yöntemdir. Buna ilişkin olarak nüfusun gettolaştırılması Michel Foucault’nun ‘biyo-politika’ olarak adlandırdığı modern bir olgudur. Söz konusu görünürlük ve görünmezlik diyalektiği sergide Ursula Biemann’ın da sorularını ve gösterdiklerini oluşturmaktadır. Sahara Chronicle ve Desert Termninal bize olayı göstermekte; Adawa (seyahatin sorumlusu Tuareg), Laayoone Sınırdışı Hapishanesi (Mültecilerin polis tarafından yakalanıp geri yollandığı yer), İron ore train (Moritnaya’ya giden maden yolları) olayın tamamlayıcıları olarak, ayrıntılarıyla anlatıları kavramsal kişiliklere dönüştürmektedir. Sanatçı, soyut duran teorik bir meseleyi ete-kemiğe dönüştürmektedir. Eski kervan yolları kullanılarak günümüz dünyasında kamyonlar ve jeeplerle insan taşınmaktadır. Ursula Biemann Trans-Sahara adı altında Libya-Niger ve Cezayir arasındaki sınırları geçerek, kamyonlarla taşınan bir hikayeyi bize göstermekte ve Anglea Sanders ile ortak çalışmaları olan Europlex adlı videoda, Cezayir-Fas ve İspanya sınırını, yani Afrika kıtasından Avrupa kıtasına doğru gelip iki kıtayı ayıran sınırı aşmaya çalışıp, Avrupa’ya kaçmayı deneyerek bunu başaran insanların zaman-mekan farkındaki acısına dokunmaktadırlar. Sahara’da geçen Europlex adlı videoda Bensour adlı meteorun düştüğü alan astro-fizik ve askeri araştırmalar arasında bir geçiş oluşmaktadır.
“Coğrafi düşünce” “felsefe tarihi” düşüncesinden farklıdır ve Guattari’nin yazdığı gibi bir “heterojen meta-modelizasyon” söz konusudur. Coğrafi düşünce üzerine çalışan başka bir düşünür olan Fernand Braudel, II. Philippe döneminin Akdeniz’i üzerine olan tarihi kitabında, “savaş ve fetihlerin tarihlerinden çok yerin, denizin (özellikle de denizin), “nehirlerin ve dağların” tarihini ele alır ve coğrafi tarihin uzun süreli (longue durée) olduğunu yazar. Benzer bir şekilde,1991 yılında Deleuze ve Guattari, Felsefe Nedir? adlı kitaplarında “jeofelsefe” kavramını ortaya atarlar. Daha sonra, Felix Guattari ekozofi sorununu kavramsallaştırır, zira ekozofi iklimi ve insanları birlikte düşünür ve yerin, kozmosun iklimin aşırı-ısınması, kuşların petrole bulanması vb. üzerine düşünmektedir.
Bir coğrafya siyaseti dünyasına girmiş vaziyetteyiz. Bazıları bu yeni dünyada haklara ve toprağa hukuki (yeme içme ve barınma hakkı) olarak sahip değildir: X-Mission adlı çalışma, mülteci kampındaki hukuksuzluğu imgeleştirerek anlatmaktadır.
Ursula Biemann’ın videoları sınırları, bu sınırların nasıl insan hayatlarının dışında kaldığını, geçinme ve iklim sorunlarıyla birlikte ele alır ve gösterir. O’nun sanatının öznesi hem doğanın koşulları, hem iklim, hem de insanlardır. Ursula Biemann’ın imgeleri hem doğallığı bize sunar; hem de sanatçının grafik ve estetik bakışıyla doğa sanatın içine sokulur. Sanat, doğanın parçası olduğun kadar doğanın dışındaki ‘art-ifice’ yani, yapaylıktır. Böylece yapay ve doğal olanı birlikte sunar.